Türkiye, temel hak ve hürriyetleri yok sayan bir yönetim anlayışının laboratuvarı gibi. Ne ararsanız var! Bunun en son örneklerinden biri ise Instagram’a erişimin engellenmesi ile başlayan hadiseler zinciri. Anayasa Mahkemesi ile Saray arasında üstü örtük devam eden çekişmenin ilginç bir hal alacağı görülüyor.
İran’da öldürülen Hamas lideri İsmail Haniye ile ilgili paylaşımların Instagram tarafından engellemesi sonrasında Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu ‘katalog suçlar’la ilgili başvuruları kabul etmediği gerekçesiyle/bahanesiyle Instagram’a bütünüyle ülke genelinde yasakladı. Şu anda Türkiye’de VPN ve benzeri uygulamalar kullanılmaksızın Instagram’a girilemiyor.
İnternet ortamında yapılan yayınları konu alan 5651 sayılı Kanun’un 8. maddesinde düzenlenen müstehcenlik, fuhuş, çocukların cinsel istismarı ve Atatürk’e hakaret gibi suçları ihtiva eden “katalog suçlar” sebebi ile yapılan başvurularda Kanuna göre erişim engeli kararlarının verilmesi gerekiyor.
Hükûmet ve İletişim Başkanlığı bu bahaneye sığınsa da Instagram’ın Türkiye yetkililerinden gelen açıklamaya göre bu suçlar nedeniyle yapılan başvurular zaten değerlendirmeye alınıyor. Bu yılın ilk yarısında Türkiye’den gelen 2 bin 445 erişim engeli talebine uygun olarak içerikler kaldırılmış. Nitekim Ulaştırma Bakanı Abdülkadir Uraloğlu, ağzından baklayı çıkararak Haniye ile ilgili yapılan taziye paylaşımlarına bile tahammül edilemediğini, ancak bu konuda Instagram yetkilileri ile yapılan toplantılarda ciddi bir aşama kaydedildiğini açıkladı.
Neresinde tutsanız elinizde kalacak bir mesele… Haniye ile ilgili paylaşımların Instagramda yer almasının Türkiye’nin içeride ve dışarıdaki çıkarlarına ve ülke menfaatlerine ne gibi bir katkısı var, ayrıca sineye çekilen o kadar elim hadisenin yanında bunun bu kadar önemsenmesine ne gerek var? AKP hükümetinin Instagramı herhangi bir makul gerekçe olmaksızın erişime kapatması dış politikanın ve hukukun ülke menfaatlerini hiçe sayarak ideolojik ve kişisel saplantılara alet edildiğini gösteren bariz bir örnektir.
Instagram’ın yasaklanmasının hemen ardından Anayasa Mahkemesi internet sayfasından ‘İletişim Başkanlığının basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğüne müdahale etmesine imkân tanıyabilecek kurallarını iptali’ başlığıyla bir norm denetimi basın duyurusu yayınladı. Hemen bunun ardından ilginç bir şekilde Anayasa Mahkemesinin internet sayfasına bir süre ulaşılamadı ve muhtemelen üstü örtük bir şekilde engellendi. Mahkeme’nin yaptığı açıklamaya göre siteye erişimin yoğunluk nedeniyle sağlanamadığı bildirildi. Bu açıklamanın inandırıcılıktan ne kadar uzak olduğunu söylemeye gerek bile yok. Doğrusu ülkenin en yüksek dereceli mahkemesinin hiçbir açıklama yapmamış olmasını daha dürüstçe olurdu.
Daha sonra ise Mahkeme’nin bahse konu duyurusu ‘66 Numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin Bazı Kurallarının Konu Bakımından Yetki Yönünden İptali’ şeklinde yumuşatılarak internet sayfasında yer aldı. Sonuç olarak Mahkeme, Saraydan gelen muhtemel bir tedip ile geri adım atmak zorunda kaldı. Gerçekçi olmak gerekirse, bu şartlar altında Anayasa Mahkemesinden daha fazlasını da beklememek lazım. Saray’ın hışmını üzerine çekenlerin akıbetlerinin ne olduğunu en iyi Anayasa Mahkemesi üyeleri biliyor zira. Hemen belirtmeliyim ki, bu tespitlerimden kimse Anayasa Mahkemesini temize çıkardığımızı sanmasın! Bilakis Türkiye’nin bugün içine düştüğü bu ağır hukuk krizinde ve çöküş sürecinde başat rol oynayan kurumların başında Anayasa Mahkemesi geliyor.
İptale konu 66 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile İletişim Başkanlığı’na ‘Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik iç ve dış tehdit unsurlarını analiz ederek stratejik iletişim ve kriz yönetimi açısından gerekli tedbirleri uygulamak.’ Ve ‘Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yürütülen psikolojik harekât, propaganda ve algı operasyonu faaliyetlerini belirleyerek her tür manipülasyon ve dezenformasyona karşı faaliyette bulunmak.” şeklinde görevler verilmekteydi. Anayasa Mahkemesi, haklı bir şekilde Anayasa’nın İkinci Kısım İkinci Bölümü’nde yer alan kişi hakları ve ödevleri ile ilgili düzenlemelerin ancak kanunla yapılabileceği ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenemeyeceği gerekçesi ile bu hükümleri iptal etmiştir. Mahkeme bu kararında hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde haklıdır. Zira Saray, yasama da kontrolünde olduğu halde, belli ki oradaki tartışmalara ve yasalaşma sürecine tahammülü olmadığından onu da bypas etmek suretiyle ülkeyi OHAL dönemini sürekli hale getirecek şekilde Kararnamelerle yönetmek istiyor.
Mahkeme’nin kararı doğru olmasına doğu, ancak 17.9.2020 tarihinde çıkarılan ve doğrudan ifade, haberleşme ve basın özgürlüğüne müdahale eden bir düzenlemeyi görüşmek için üç yıl beklemesi ve ardından okunduğunda uzun ve karmaşık bir gerekçesi de olmadığı görülen kararın yayınlanarak yürürlüğe girmesi için de bir sekiz ay daha beklemesi yanlış ve kabul edilemeyecek bir durum. Dolayısı ile bu hikâyeden Mahkemeye kahramanlık rolü çıkarmak zor. Zira Mahkeme’nin muhtemelen bilinçli gevşekliği nedeniyle yaklaşık dört yıldır Anayasaya aykırı hüküm maalesef iktidarca uygulanmaya devam etti.
2 Ağustos’ta Instagram’a getirilen erişim engeline karşı bu alanda yıllardır çalışan ve daha önce de onlarca dava açan iki değerli hukukçu Yaman Akdeniz ve Kerem Altıparmak Ankara 13. İdare Mahkemesi’ne uygulamanın anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle başvuru yaptı. İdare Mahkeme’sinin nasıl karar vereceği ve bunun Anayasa Mahkemesi önünde bir bireysel başvuruya sebep olup olmayacağını göreceğiz.
Esasen bir yönden mahkemenin bu tür kararlar vermesi ve hükümetle karşı karşıya gelmesi konumu gereği gayet normal. Çünkü Anayasa Mahkemesi hukuk ve ceza mahkemeleri gibi kişiler arası uyuşmazlıklara bakan bir mahkeme değil. İdare mahkemelerinin de ötesinde bizzat Cumhurbaşkanına kararnamelerini ve meclisin yasama faaliyetleri ile ve kamu gücü kullanılarak gerçekleştirilen bireysel hak hilallerini denetleyen/inceleyen bir misyonu var. Bu nedenle normal bir hukuk zemininde, bozuk saatin günde iki defa doğruyu göstermesinin çok ötesinde, iktidarı rahatsız eden kararlar vermesi ve sürekli iktidar ile karşı karşıya gelmesi de gayet normal.
Normal olmayan, Mahkemenin bütün üyeleri kendi döneminde seçilse de iktidar cenahının Mahkeme kararlarını halen hazmedememesi ve Mahkeme’nin de iktidarın hassasiyet gösterdiği konularda oldukça çekingen davranmasıdır. Özellikle iktidarın kırmızı çizgilerine temas eden konularda Mahkeme’nin karar verme sürecinde bağımsızlık kadar tarafsızlık ile ilgili de sorunlar yaşadığını söylemek mümkün.
Diğer yandan Mahkeme yıllardır bu misyonunu görüntüde sürdürmek ve bununla birlikte iktidarın hışmına uğramamak için hassas konularda (istisnalar hariç) onunla karşı karşıya gelmemek arasında ince bir yolda ilerlemeye devam ediyor. Ancak görünen o ki Türkiye’nin dış politikada batı ile müttefik görünerek Rusya ile yakınlaşma politikasında olduğu gibi ikisini de kazanayım derken ikisini de eline yüzüne bulaştırıyor.